Beklenmeyen gerçekleşti: Şam rejimi neredeyse hiç direnç göstermeden çöktü. Bu ani çöküş, yalnızca Suriye’nin değil, tüm bölgenin geleceğini şekillendirecek çok boyutlu bir denge arayışını başlattı. Üstelik Suriye, parçalanmış egemenlik yapısıyla bir "çökmüş devlet" olma durumunu sürdürmeye devam edecek gibi görünüyor.
Suriye bundan sonra yeni bir dengeye doğru ilerlerken, 7 Aralık’ta Astana Süreci kapsamında İran, Rusya ve Türkiye Doha’da bir araya gelerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına olan bağlılıklarını vurguladı. Bu karar, Suriye’nin egemenliği, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığının korunması gerektiğini belirtirken, kapsamlı bir siyasi çözüm için Suriyeliler öncülüğünde anayasa reformu, geçiş hükümeti ve özgür seçimler gibi temel adımların hayata geçirilmesi çağrısında bulunuyor. Birçok uluslararası aktör de benzer bir çağrıyı yineledi.
Bu önemli bir diplomatik ilerleme ama bu karara olan bağlılığı vurgulamak geçişin sorunsuz olacağı anlamına gelmiyor. Suriye yeni bir dengeye kavuşabileceği gibi, derin yapısal/sistemsel sorunları çözemediği takdirde savaş yeniden alevlenebilir.
Peki, bu yeni denge arayışında Türkiye’yi de yakından ilgilendiren büyük yapısal/sistemsel sorunlar neler?
Egemenliğin tesisi
Önümüzdeki dönemde parçalanmış egemenlik, Suriye’deki en temel sorunlardan biri olmaya devam edecek. Esad rejiminin çöküşü, rejim yanlısı güçlerin birçok bölgede kontrolü kaybetmesine ve kalan alanlardaki etkilerinin zayıflamasına neden oldu. Bu boşluğu yeni aktörler doldurdu ama bu bölgelerde egemenliğin tesisi hala bir sorun. Bugünkü tabloya göre, başkent Şam, Halep’in büyük bir kısmı ve Hama’nın kuzeyindeki stratejik bölgeler Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki muhalif grupların kontrolü altında. Kuzeydoğuda Suriye Demokratik Güçleri (SDG/PYD) etkisini artırarak kontrolündeki toprakların oranını yaklaşık %30-35’e çıkarmış durumda. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ise Tel Rıfat’ı ele geçirerek Münbiç’i aldı. Farklı aktörlerin güç mücadelesi ve bölgelerde iç içe geçen egemenlik iddiaları kısa vadede toprak bütünlüğünü sağlayacak merkezi bir otoritenin önündeki en önemli engel.
Kaynaklar üzerinde mücadele
Toprak üzerindeki egemenlik iddialarını daha da karmaşık hale getirecek bir diğer mesele, kaynaklar üzerindeki hakimiyet mücadelesi. Suriye’nin petrol rezervlerinin büyük bir kısmı şu anda Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG/PYD) kontrolünde. Ayrıca Fırat Nehri çevresindeki tarım ve su kaynakları ve hem bölgesel hem de ulusal olarak stratejik bir rekabet alanı. Toprak üzerindeki bu kaynakların asimetrik dağılımı, ulusal kaynak/gelir paylaşımıyla ilgili mücadeleleri körükleyebilir. Kaynak dağılımı üzerinden yaşanan memnuniyetsizlik, PYD’nin varlığından rahatsızlık duyan Türkiye gibi bölgesel aktörlerin memnuniyetsizliğiyle birleşerek çatışma dinamiklerini yeniden canlandırabilir.
Hukuk sistemi ve temsil
Suriye’de savaş sonrası dönemde, seküler ve İslami yönetim modelleri arasındaki derin ideolojik çatışmalar ile anayasa ve hukuk sistemi üzerindeki uyuşmazlıklar, yeniden inşa sürecinin bir başka büyük zorluğu. HTŞ lideri Colani Irak deneyiminden de hareketle Suriye’de farklı grupları dahil edici, hizmet sağlamaya devam eden ve kurumları yıkmayan bir geçiş dönemi olacağı sözü verdi. Ancak PYD/SDF’nin özerklik temelli seküler yönetim modeli ile HTŞ’nin Şeriat dayalı İslami devlet hedefi arasındaki uçurum, ortak bir zemin bulunmasını çok zorlaştırıyor.
Irak’ta, mezhepsel ve etnik temsiliyeti kurumsallaştıran (ve çok eleştirilen) muhasasa sistemi çatışma sonrası bir uzlaşı zemini sağlamıştı, ancak Suriye’de merkeziyetçilik/özerklik ile sekülerlik/şeriat devleti arasındaki keskin ayrışma benzer bir yapının kurulmasına engel olabilir. Ayrıca, Irak’ta etnik ve mezhepsel gruplar arasında uzlaşma Amerika’nın gölgesinde gerçekleşmişti, Suriye’de bu anayasa yazım sürecini baskın bir şekilde dikte edecek bir dış güç yok.
Geri dönüş ve demografik değişim
Komşu ülkelerdeki mülteci Suriyelilerin geri dönüşü, savaş sonrası dönemin önemli bir başlığı; ancak bu süreç hem yerel hem de bölgesel düzeyde ciddi sorunları beraberinde getirebilir. Geri dönüş planlarının adil bir şekilde yapılmaması, etnik ve siyasi gerilimleri daha da derinleştirebilir. Özellikle kontrollü geri dönüş söylemi altında Türkiye gibi bölgesel aktörlerin demografik değişim yapmak istediği iddiaları, Kürtler ve Araplar arasında var olan hassas dengeleri etkileme potansiyeline sahip.
Geri dönüş sürecinin, uluslararası normlara uygun şekilde ve tüm tarafların katılımıyla planlanması bir zorunluluk; aksi takdirde, bu süreç yeni bir istikrarsızlık kaynağı haline gelecek. Ancak böyle bir planın tüm taraflarca kabul edilmesi ve uygulanması mümkün mü? Bu sorunun yanıtı, savaş sonrası Suriye'nin geleceği açısından belirleyici.
Suriye ordusunu dizayn etmek
Suriye’de savaş sonrası dönemde, silahlı grupların ulusal bir orduya entegrasyonu veya silahsızlandırılması, yeniden inşa sürecinin bir başka çetin meselelesi. Farklı ideolojilere ve dış destekçilere bağlı aralarında derin bir güvensizlik ve çatışma süreci yaşamış bu bu gruplar arasında bir ulusal entegrasyon modeli oluşturmak oldukça zor.
Irak’ta silahlı grupların entegrasyonu, devlet yapısına paralel milislerin meşrulaştırıldığı bir süreçle mümkün olmuştu ve çok ciddi sorunlar yarattı. Ancak Suriye’de buna benzer bir çaba, gruplar arasındaki derin ideolojik farklılıklar ve toprak kontrolüne dayalı çıkar çatışmaları nedeniyle daha karmaşık bir hal alabilir ve farklı bölgelerin de facto bağımsızlığı ile sonuçlanabilir. Bu da merkezi otoritenin her daim kırılgan kalmasını, merkezsiz bir federasyonu ve hatta parçalanmayı getirebilir.
AA haritası esas alınarak hazırlanmıştır.
İran ve Rusya çekilirken Türkiye ve ABD
Suriye’de bölgesel ve küresel güçlerin tutumu, savaş sonrası dönemde ülkenin geleceğini şekillendiren en önemli gerilim noktası. Hâlihazırda İran, askeri desteğini çekmekle kalmayıp elçiliklerini bile boşalttı; Rusya ise kontrol ettiği limanlardan çekildi. Bölgede geriye iki büyük aktör kaldı: ABD ve Türkiye. Türkiye, PYD/YPG’nin özerklik taleplerini sınır güvenliğine tehdit olarak görmeye devam ediyor. ABD ise Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) desteğini sürdürüyor. Ancak, ABD Başkanlığı görevini devralacak Trump’ın "Bu bizim meselemiz değil" diyerek yaptığı çekilme açıklaması, durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
Trump’ın geçmişte benzer açıklamalardan geri adım atmış olması, çekilmenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda ciddi bir belirsizlik unsuru. Türkiye ve ABD’nin çıkar çatışmaları ile bu belirsizlikler, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde uluslararası dengelerin nasıl şekilleneceği konusunda önemli soru işaretleri doğuruyor. Suriye’nin geleceğinde kendi güvenliğine yönelik tehdit gören bölgesel ya da küresel aktörler askeri olarak daha müdahaleci hale gelebilir.
Bölgesel savaş riski
Bölgedeki durumu daha da karmaşık hale getiren bir diğer olasılık, genişleyen bölgesel bir savaş riski. 7 Ekim'deki Hamas saldırıları sonrası İsrail, stratejik hedefini İran’ı zayıflatmaya ve hatta rejim değişikliğine yöneltmiş durumda. İran ve Rusya’nın Suriye’den çekilmesi, sahadaki Şii milislerin ve Hizbullah’ın etkisini kaybetmesine yol açarken, bu güç boşluğu, İsrail’in bölgedeki nüfuzunu artırması ve yeni stratejiler geliştirmesi için bir fırsat yaratıyor. İsrail için bu dönemdeki temel kaygı, İran’ın artan nükleer silah kapasitesini artırma ihtimali. Bu durum, İsrail açısından ulusal güvenlik için kabul edilemez bir risk. Zayıflayan İran’a karşı bir önleyici saldırı ihtimali, bölgesel savaş riskini artıran kritik bir dinamik. Böyle bir savaş, sadece Suriye’deki değil bölgedeki tüm dengeleri kökten değiştirme potansiyeline sahip. Bu durumda Körfez ülkelerinin tutumu da önemli olacak, ancak orada da büyük belirsizlik var.
Son olarak şunu söylemek isterim. Bu yeni durumun planlanmasında/gelişiminde Türkiye’nin rolü olduğunu iddia eden çok analiz var. Ankara bu iddiaları reddediyor. Ama biz varsayalım ki Türkiye planlama aşamasında önemli bir aktördü; bu durumda dahi evdeki hesabın çarşıya uymadığının, olayların akış hızının Türkiye dahil tüm aktörlerin öngörüsünden çok daha hızlı geliştiğini söylemek mümkün.
Geldiğimiz noktada ise Türkiye bu karmaşadan kendi çıkarları doğrultusunda bir fırsat çıkarmayı ya da zafer elde etmeyi planlıyor olabilir. Ancak Suriye yüzbinlerce ölü, milyonlarca mülteci ile harabeye dönmüş bir ülke.Parçalanmış egemenlik düzeni ve milislerin kontrol ettiği geniş bir coğrafya. Savaşın ardından Suriye derin bir enkazın içinde. Bu durum hem yerel hem de bölgesel dengeleri tehdit eden bıçak sırtında bir manzara sunuyor.
Evet Esad devrildi ama bölgesel güçler söz konusu olduğunda bir zafer ilan etmek ya da kazananları işaret etmek için henüz çok erken…
Evren Balta kimdir?
Evren Balta, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. ODTÜ’de ‘sosyoloji’, Columbia Üniversitesi’nde ‘uluslararası ilişkiler’ alanında yüksek lisans yaptı. Doktora çalışmasını ‘siyaset bilimi’ alanında New York City Üniversitesi’nde tamamladı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasal şiddet, popülizm, güvenlik, dış politika, vatandaşlık ve ulusötesi siyaset alanlarında yoğunlaşan çalışmalar yaptı.
Derleme çalışmaları Türkiye’de Devlet, Ordu ve Güvenlik Siyaseti (İsmet Akça ile birlikte, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010); Küresel Siyasete Giriş (İletişim Yayınları, 2014), Kuşku ile Komşuluk: Türkiye ve Rusya İlişkilerinde Değişen Dinamikler (Gencer Özcan ve Burç Beşgül ile birlikte, İletişim Yayınları, 2017) adlarıyla yayımlandı.
Küresel Güvenlik Kompleksi (İletişim Yayınları, 2012), Tedirginlik Çağı: Şiddet, Siyaset ve Aidiyet Üzerine (İletişim Yayınları, 2019), The American Passport in Turkey: National Citizenship in the Age of Transnationalism (Özlem Altan-Olcay ile birliktee, UPenn, 2020) adlı kitapları yayımlandı.
Türkiye’de Amerikan Pasaportu / Ulusötesi Çağda Aidiyet ve Vatandaşlık (Koç Üniversitesi Yayınları, 2024) adıyla Türkçe’ye çevrilen ortak çalışması, 2021 yılında Amerika Sosyoloji Derneği’nin en iyi kitap ödüllerinden birine değer görüldü.
Araştırmaları Fulbright, Mellon Vakfı, Social Science Research Council, American Association for University Women ve TÜBİTAK tarafından desteklendi.
Özyeğin Üniversitesi’ne katılmadan Avusturya ve ABD’de akademik çalışmalar yaptı, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde ‘kıdemli araştırmacı’, TÜSİAD bünyesinde oluşturulan Küresel Siyaset Forumu’nda ‘akademik koordinatör’ olarak görev üstlendi, New York City Üniversitesi The Graduate Center’dan ‘seçkin mezun’ ödülü aldı.
Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığı görevini yürütürken, 2024/2025 akademik yılı için “kıdemli araştırmacı” olarak Harvard Üniversitesi Weatherhead Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde çalışmaya başladı.
|